USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000

Mübarek ayda yapmayın bari!

17-05-2018

Her yıl Ramazan ayında hayat pahalılığından şikayet eder dururuz. Rahmet ve bereket ayı olarak bildiğimiz mübarek Ramazan ayında fırsatçıların devreye girmesinden her zaman rahatsızlık duyarız ama her şey bilindiği gibi yaşanır. Ne yazık ki bizde Ramazan fırsatçıları her yıl işbaşındadır. Bırakın dini hassasiyetleri olmayanları, namazlarını cemaatle kılan, belki de ilk safa koşan, misvak ve tespihi ellerinden düşürmeyen, takkesiz namaza durmayan, buluşurken ve ayrılırken ‘selamün aleyküm’ kelimesini ağızlarından düşürmeyen, sünnettir diye gümüş yüzük takan, sürekli elbisesine misk-ü amber süren nice insanlarımızın, özellikle bazı esnaflarımızın da Ramazan ayında ‘fırsatçılık’ yaptığını biliyor ve görüyoruz. Ramazan fırsatçılığı yaparak yoğurttan, sebzeden, meyveden ete kadar her şeye zam yapmaya çalışan, iftar ve sahur pideleri adı altında ekmek gramajından çalanlar nedeniyle ‘rahmet ayı’ olan Ramazan, ‘zahmet ayı’na dönüştürülmektedir. Ramazan fırsatçılığına yönelmek isteyenleri dini cezalarla korkutmayacağım. Fırsatçılığın dini açıdan ne kadar günah ve yasak olduğunu izah etmeye bile gerek yoktur. Üretimden değil, tüketimden gelen gücümüzü Ramazan fırsatçılarına karşı kullanmaktan çekinmemeliyiz. Yoğurda zam yapıyorlarsa yoğurt, ete zam yapıyorlarsa et, sebze ve meyveye zam yapıyorlarsa sebze ve meyve almayarak, en azından bir süre için boykot ederek tüketimden gelen gücümüzü kullanmayı öneriyorum.

FIRSATÇI İTHAL DİLENCİLER

Kentin cadde ve sokakları, park ve bahçelerinde günün ilk saatlerinden itibaren adeta iş başı yapan dilenciler, Ramazan ayının verdiği manevi hava ve kucaklarındaki çocuklarını kullanıp para topluyor. Kentte Gaziler, Hürriyet Caddeleri gibi kalabalık yerleri tercih eden dilencilerin bazıları gezerek, bazıları ise özellikle gölgelik yerleri tercih edip oturarak sadaka istiyor. Ramazan ayının maneviyatından etkilenen birçok vatandaş ise, yardım yapmak amacıyla bu kişilere sadaka veriyor. Dilenenlerin çoğunluğunu oluşturan kadınlar, kucaklarında bebek ve küçük çocukları kullanarak bu sıcak havalarda onların da sağlığını tehlikeye atıyor. Çoğunluğu bölge illerinden gelen bu kişiler zabıta ekiplerince toplanıyorlar ama 2 saat sonra yeniden alındıkları yerlerde işlerine devam ediyorlar.

BİR BARDAK ÇAY…

İftar sonrası çay içmeye gittiğimiz mekanda neredeyse asgari ücretin yarısı gibi bir hesap geldiği için, aşağıda belirtilen o eski kuralların yeniden uygulanmasını gönülden arzu ederdim. “Ramazan gelmeden önce üzerinde titizlikle durulan bir diğer konu da fırsatçıların durumdan istifade ederek yiyecek fiyatlarını artırmalarının engellenmesiydi. Halkın yiyecek sıkıntısı çekmemesi ve fiyatların artmaması için sıkı sıkı önlemler alınırdı. Yiyeceklerin fiyatı, özellikle unlu mamullerin gramajları ve içlerine nelerin konulacağı devlet tarafından ilan edilir ve sıkı sıkı emirlere uyulup uyulmadığı takip edilir ve uymayanlara ağır cezalar verilirdi”
 
Okuduklarım içinde en hoşuma giden ve “neden şimdi yok” diye hayıflandığım zamanlar;
“Ramazan günlerinde tebdil-i kıyafet ile zengin kişiler, kendilerine uzak semtlerdeki bakkal, manav vs gibi dükkanlara gidip Zimem defteri yani veresiye defterindeki rast gele baştan, ortadan ve sondan bir sayfa seçip; Bu borçları silin. Allah kabul etsin deyip kendilerini tanıtmadan çekip giderlerdi. Yani borcu ödenen borcu ödeyenin kim olduğunu bile bilmezdi”
Sanki bizler şimdi hodbinleştik ve kalplerimiz karardı. Hiç bilmediğimiz semtteki, tanımadığımız insanlara yardımı geçtim, komşumuz bile aç mı, tok mu onu bile bilmez haldeyiz. Ecdad sağ eli ile verdiğini sol elinden gizler haldeymiş. Eşitliğin ayı olan Ramazan'ın insanları bir arada tutması ve varlıklı olanla olmayan arasındaki farkı ortadan kaldırması içinde şunu yapıyorlarmış;
“Osmanlı döneminde her evde iftar sebebiyle 3 ayrı sofra kurulurdu. Biri evin reisi ve misafirleri; diğeri evin hanımı ve misafirleri; sonuncusu ise varsa evdeki hizmetkârlar ve davetsiz misafirler içindi. Sofralar ayrı ayrı kurulsa da bu sofraların en önemli özelliği, tüm sofralarda tamamen aynı yemeklerin yenmesiydi.”
 
Şimdi apartmanın üst katında şölen gibi sofralar kuruluyor, buram buram kokuların gittiği alt katta ise belki yetim çocuklarıyla dul bir anne iftarı ne ile açacağım diye gözyaşı döküyor.
“Padişah sarayda fakirler için özel sofralar hazırlatırdı. Saraya iftara gelen kişilere iftardan sonra "Diş Kirası" adında bahşiş dağıtılırdı. Zengin kimseler özel yemek yerleri açarlardı ve fakir evlerine bir aylık erzak göndermeyi adet edinmişlerdi. Vakıf zengini olan Osmanlı da sadece Ramazan-ı Şeriflerde camilerde hurma, zeytin gibi iftariyeliklerin dağıtmakla vazifeli bir vakıf vardı.”
 
Şimdinin iftar çadırları gibi ama tek farkla. O zaman gerçekten ihtiyaç sahibi olanlar, bunlardan faydalanıyormuş. Oturan daha doğrusu akın edenlerin çoğu dirseklerine kadar altın burma bilezikli teyzeler ve onların aileleri idi. Yani asla ihtiyacı olduğu için değil, değişiklik olsun, bugünde dışarıda yiyelim mantığı ile iftar çadırlarına akın eden insanlardı.
Bu durumda yoksulu, öğrencisi veya yolda kalan gerçek ihtiyaç sahipleri çoğu zaman içeri bile giremiyor. Ramazan, hayatın manasını anlama, Rabb’imizin rızasına uygun bir hayat yaşamayı prensip edinmenin, yardımlaşma, fakir ve fukaranın gönlünü ve duasını alma zamanıdır. Gelecekte yad edecek ramazanları bugün yaşayabilmek için, bizimde sofralarımız herkese açık olabilse. O dönemlerdeki gibi, iftar saatinde gelip ‘ selamünaleyküm ‘ diyen sofraya oturabilse. Sofraların en kötüsünün, zenginlerin çağrılıp, fakirlerin mahrum edildiği sofra olduğu hep hatırımızda olsa. Nefsi terbiye etmenin en kestirme yolu, onu sevdiği şeylerden mahrum bırakmak ise, Ramazanı nefsi terbiye etme ayı olarak kabul etmeli ve en iyi şekilde değerlendirilmeli. Bizi bu aya ulaştıran Rabbimize hamd-u senalar olsun. Bizlere manasına uygun şekilde yaşayanlardan olmayı ve faziletleriyle şeref kazanmayı nasip eylesin.
 
**


SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?