USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000

Yeminlerin Çürüttüğü Topraklardaki Yıkılmaz Kaleler

Yeminlerin Çürüttüğü Topraklardaki Yıkılmaz Kaleler
01-10-2025

​İnsanın o lanetli maymun iştahlılığı ile sarmalanmış riyakârlık denilen o bitmez tükenmez sahtelik hali, bütün ilişkilerimizi kökten çürütüyor; öyle bir çürüme ki, en yakınınızın, gözlerinizin içine bakarak "Sensiz bu işler yürümez" yalanını nasıl da ustalıkla söyleyebildiğini, o sözün sıcaklığı henüz dilinizden silinmemişken, arkanızda çevrilen ilk kirli tezgâhla nasıl da yüzleşmek zorunda kaldığınızı dehşetle görüyorsunuz. Aile, dost, arkadaş dediğiniz ya da canını canına denk tuttuğunuz kişilerin, bir sonraki hafta hayatının merkezine bambaşka birini koyuşunu izlerken, sözlerin aslında anlık duygusal bir sigorta poliçesi olduğunu anlıyorsunuz; ne zaman ki risk ortadan kalkar, ne zaman ki yeni bir liman belirir, o poliçe anında yırtılıp atılır.


​Düşünün ki, dün gece diz çöküp, gözyaşları içinde "Sensiz yaşayamam" diye yemin eden o acınası figür, güneşin ilk ışıklarıyla birlikte, ardına bile bakmadan, bıraktığı boşluğa aldırmadan, yeni bir hevesin peşinden koşarak çekip gider; o ağır, o mutlak sözlerin ağırlığı altında ezilmek yerine, onları bir mendil gibi buruşturup atabiliyor, zira modern insanın vicdanı, tutulması gerekmeyen bir yükten ibaret hale gelmiş, söz vermek bir zorunluluk değil, sadece anlık bir manipülasyon aracı olarak kullanılıyor; bu, hayatın her alanına yayılmış bir düzenbazlıktır ki, sadece aşk ilişkilerinde değil, dostlukta, ticarette, hatta sokaktaki basit bir selamlaşmada bile çıkarın rengini alana dek şeffaf kalır.


​Bu sürekli doyumsuzluk, bu duygusal oburluk, her yeni parlak objeye atlayan bir koleksiyoncunun ruh halinden farksızdır; elimizdeki ilişkinin, elbirliğiyle kurduğumuz o hassas bağın kıymetini bilmek yerine, sürekli olarak "bir tık ötedeki daha iyi seçenek" illüzyonuna saplanıyoruz, çünkü emek ve derinlik, bu çağın en ağır yüküdür ve bu riyakâr düzen, her zaman en az yorucu olanı, yani yüzleşmek yerine yalan söylemeyi, dürüstlük yerine kaçıp gitmeyi seçenlere prim veriyor. Kimseye zaman ayırmayan, hiçbir şeye kök salmayan, sürekli hareket halinde bir zihin bu; asıl korkusu, bir yerde durup, kurduğu o sahte dünyayla ve ardında bıraktığı yıkıntılarla yüzleşmek zorunda kalmaktır.


​İnsanlar, bu sahtelik cehenneminde kendi kurdukları yalan ağlarında boğulmayı bir kader olarak kabullenmiş durumdalar; yeminler, samimiyetler, büyük laflar; hepsi ucuz birer sahne perdesi gibi yırtılıp gidiyor, geriye sadece o derin, o mutlak güvensizlik kalıyor ve biz, o perdenin arkasında kalan gerçek yalnızlıkla yaşamaya, herkesin yüzüne taktığı maskeyi çözmeye çalışmaktan yorulmuş bir halde devam ediyoruz; çünkü en büyük ihanet, size en büyük yemini edenin elinden geliyor ve bu döngü, bizi sürekli olarak bir sonrakinin de bizi yarı yolda bırakacağı bilgisiyle yaşamak zorunda bırakıyor, artık ne gelenin samimiyetine inanabiliyoruz, ne de gidenin yalanına şaşırıyoruz.


​Ve bütün bu hayal kırıklıklarının sonunda geriye, sadece acı bir bilgi kalıyor: İnsanın kalbi, yalan söylemeye en müsait organdır; çünkü orada saklanan ne varsa, dışarıya yansıyanın tam tersi olabiliyor ve bu ironik çelişkiyi, yani en büyük acılarınızı, size en yakın duranın eliyle tattığınız gerçeğini kabullendiğiniz an, hem yorgunluğun hem de bir tür acımasız bilgeliğin zirvesine ulaşıyorsunuz. O saatten sonra, sahte gülücüklere sadece omuz silkiyor, tutulmayan sözlerin sadece havaya karışan bir buhar olduğunu biliyor ve kimseye ne güveniyor ne de kimseden bir şey bekliyorsunuz.


​İşte bu yüzden, evlat, omuzlarından büyük beklentilerin yükünü at; kalabalıklar arasında yürürken duyduğun her "seni seviyorum"u, her "sensiz yapamam"ı, her "söz veriyorum"u, birer geçici hava durumu raporu gibi dinle, ciddiye alma; zira burada kimsenin sözü, gökyüzünün renginden daha kalıcı değil ve sen, kendi sahtelikten arınmış iç dünyana sığınmayı öğrendiğinde, dışarıdaki bu riyakâr tiyatronun seni incitme gücünü de elinden almış olacaksın. Kendi yalnızlığının kalesini sağlam tut, dışarıdaki fırtınanın yalan rüzgârları sana işlemesin.
Bana gelince, ortalama insandan pek de yok bir farkım; ben de o yalan fırtınasında defalarca savruldum. Ama her darbede, o tutulmayan sözlerin ve sahte gülücüklerin artık beni yıkamayacağını öğrendim. İnsanların yanındaki yeri ve statüsü ne olursa olsun, kendi menfaati için sizi gözünü dahi kırpmadan vurabileceğini öğrendim. Vurulmama rağmen, deri yaralarımı umursamadan yürümeyi, hatta kanayan yerlerime bakıp yaralarımdan ders çıkarmayı, acıyla alay etmeyi öğrendim ..

Kim bilir,
Belki de yaşanılan her şeyi kabullendim ..

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?