“Yeni Nesil” İşgücü

Prof.Dr.Berna BALCI İZGİ
Prof.Dr.Berna BALCI İZGİ
“Yeni Nesil” İşgücü
12-02-2020

Günümüzün popüler olmaya başlayan kavramlarından birisi “yeni nesil”. Bu kavramı anlamak için köküne indiğimizde “yenilik” kelimesinin Türk Dil Kurumu’nda “eskimiş, zararlı veya yetersiz sayılan şeyleri yeni, yararlı ve yeterli olanlarıyla değiştirme” ifadesi ile tanımlandığını görebiliriz. Çağımız iş yaşantısı daha yeni, daha başarılı, daha girişimci, daha yönetişimci ve bu dahaları epeyce uzatabileceğimiz özellikleri gerekli ve önemli gören bir sürece doğru evriliyor.  Bu özellikleri ve daha birçoğunu içeren “yeni nesil” kavramı giderek daha önemli hale geliyor.  Bu süreçte “Yeni nesil” kavramını oluşturabilen, uygulayabilen ve devamlılığını sağlayabilen işletmeler ve kurumlar daha başarılı olacak.   Tabi ki yenilik başlığa yeni kelimesini eklemekle de olmuyor, içeriği değiştirmek gerekiyor

Yenilikçi işgücü oluştururken üniversitelerin ve işletmelerin bu sürekli evrilen çalışma hayatı içerisindeki duruşları da bu hızlı değişimden etkilenecek gibi görünüyor. Yeni marka ve kimliklerin oluşmaya başladığı bu süreçte kurum kültürü, kurumsal iyileşme ve yenilenme öne çıkıyor. Bu çerçevede bu kavramları öne alan yönetim biçimleri daha başarılı olacak.   Kendi markasını ortaya koymada zihinsel yenilikleri ve teknolojik yenilikleri hayata geçirebilen işletmeler ön plana çıkacak. Yeni nesil üniversite ve akademisyenlik ise, bir zamanlar olma ihtimalini pek de doğru ve önemli bulmadığımız disiplinlerarası işbirliğinin olabileceği fikrini ortaya koyuyor. Mühendisliklerle sosyal bilimler, sosyal bilimler ile ilahiyat, hukuk ve psikoloji belki de ileriki yıllarda göreceğimiz işbirliklerine sahne olacaktır. Lisans üstü eğitimde “araştırma yöntemleri” konusundaki  eksikliklerin giderilmesi gerekiyor. Yanısıra ders müfredatlarındaki ve projelerdeki eşgüdümü ve sürdürülebilir tasarım ilkelerini henüz okullarda konuşmuyoruz.

Üniversite mezunu gençlerimizin sayısındaki artış bu gençlerin işe yerleşmelerini de hızla arttırıyor. Yeni işe yerleşmelerde ise lisans eğitimi ile iş hayatının gerektirdiği eğitim arasındaki uyumsuzluk işsizliğin nedenlerinden biri olarak ortaya çıkıyor. Özellikle İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi öğrencileri için geçerli olan bu durum aslında çok çelişkili bir gerçek. Çünkü bu öğrenciler mezun oluncaya kadar çok çeşitli dersler alıyor. Oldukça kapsamlı bir eğitimden geçiyor olmalarına rağmen piyasaya girişte işsizlik söz konusu olabiliyor. Ancak konuya olumlu açıdan bakınca bir taraftan da yeni işlerin ortaya çıktığını görüyoruz. Spora bağlılık rehberi, bilişim çalışmaları yöneticisi, genetik çeşitlilik memuru, kişisel hafız küratörü vb bunlardan bazılarıdır. Çünkü artık eğitim hayat boyu öğrenme süreci şeklinde gerçekleşiyor.  Bu nedenle eskilerin deyimiyle biz burada dururken sana laf söyletmeyiz tarzı yaklaşım ve davranış biçimleri de yenilenmeye ihtiyaç duyuyor. Günümüz gençliği, geleceğin işgücünü oluşturuyor ve daha hafif, daha kolay ve daha keyifli bir yaşam arayışı içerisinde. Bunu yaparken gençler, önce kendi ülkelerinde kuvvetli ve değerli olmalılar ki sonra dünya onları içine alsın. Dünya çok kıymetli ve kaynakları kullanırken, zamanı planlarken,  kaliteyi arttırmaya çalışırken kısaca hayatın her alanında yapılan her işte iyi bir odaklanma ile çalışmak gerekiyor.

Yazımın başlığından hareketle işgücü piyasaları ile ilgili birkaç tanım vermek önemli birkaç noktaya dikkat çekmek istiyorum. ILO’nun tanımı gereği çalışmayan ve iş arayan insanlar işsiz kabul ediliyor.  İşsizlik sigortası çok yüksek olmadığı için işçiyi veya çalışanı işten çıkarmanın zorluğu söz konusu. Bu da daha az sayıda insanın işe girdiğini gösteriyor. İşe giriş ve işten çıkışların kolaylaşması burada bir çözüm olabilir. Tüik verileri Türkiye’de işgücünün durumunu ortaya koymaktadır. Fırsat verilirse tabi ki bu rakamların bize bilgi verdiğini söylemek mümkündür. Örneğin istihdam edilenlerin sayısı 2019 yılı Ekim döneminde, 61,7 milyon olan 15 ve yukarısı yaş nüfusun %45,9’dur. Bu durum çalışmak isteyen insan sayısının az olduğunu bize gösteriyor. Geriye kalan nüfusta %47,9 işgücüne dahil olmayanlardır. İşgücüne dahil olmama nedenlerine bakıldığında Bu grubun içerisinde iş aramayıp çalışmaya hazır olanlar %7,5 oranında iken, %15,5’i eğitim-öğretim hayatında olanlar, %17,2’si emekliler olup, %39,8’i ev işleriyle meşgul olanlardan oluşmaktadır. Hiç kuşkusuz bu oranların söylediği gerçek, işsizlikten çok asıl istihdam oranının düşük oluşudur. Ancak bu oranlar, işsizliğin önemli bir sosyal ve ekonomik sorun olduğu gerçeğini de değiştirmiyor. 15-24 yaş grubunu kapsayan genç nüfusta işsizlik oranı bir önceki yılın aynı dönemine göre 3 puan artışla, %25,3, istihdam oranı ise 1,9 puan azalarak %32,8 olmuştur. Aynı dönemde işgücüne katılma oranı 0,8 puanlık azalışla %43,8 seviyesinde gerçekleşti. Ne eğitimde ne de istihdamda olanların oranı ise bir önceki yılın aynı dönemine göre 1,3 puanlık artışla %26,0 seviyesinde gerçekleşti. Buradan çıkan sonuç asıl sorunumuz istihdam oranının düşük oluşudur. Genç nüfus için ise ne eğitim ve ne de istihdam olmayan grubun %26 gibi oldukça yüksek bir oran oluşudur.

Kurumlar ve kurumsallaşma denince bir eğitim ve öğretim kurumunda olduğum için soruyu başarılı bir üniversite ve hatta başarılı akademisyen nasıl olmalıdır? Sorusuna cevap aramak üzere buluyorum kendimi. Çünkü yukarıdaki konuyla doğrudan ilişkili. Bu soruya verilecek cevaplar oldukça çok ve çeşitli olabilir. Bu cevapların içerisinde “yıkıcı eleştirel olmayan; kendini gerçekleştirme yolunda, öğrencisine ve herkese yardımcı olmaya çalışan birey “  şeklinde tanımlıyorum. Bir adım daha ileri gidip iyi bir öğretmen veya iyi bir hoca nasıl olmalıdır sorusu akla geliyor. Bu kişiler hangi yaşta veya hangi kurumda olursa olsun bulunduğu her ortamda günlük hayatın içinde bu yol göstericiliği, yardımcılığı ve insana hizmeti şiar edinmiş kişilerdir. Bu topraklarda kök salmış olan İslam düşüncesi ve  tasavvuf anlayışını iyi algılamak ve hayata geçirebilmiş olmak önemli kuşkusuz.  Zira gerek akademik ve gerekse iş hayatındaki endüstriler, rekabeti ve haksız rekabeti  kendi içerisinde oluşturmuş durumda. Bu rekabeti verimli kılmak ve katma değerli üretimi başarmak ise ilgili gibi görünmese de dinimizi iyi öğrenmek ve uygulamaktan geçiyor.

ÖNCEKİ YAZILARI
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?