USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000

Anlayana!

19-09-2015

Albert Einstein’ın çok sevdiğim ve kullanmaktan hoşlandığım bir sözü vardır: “İnsanların aptallığının sonsuzluğundan, bir de evrenin sonsuzluğundan eminim,” der ve ekler “ikincisinden o kadar da emin değilim.”

Ama buradaki aptallık, belirgin bir psikolojik rahatsızlığı olmayan, gerçekte çokta akıllı görünen ve bununla da öğünen insanların sonsuz aptallıkta girişimlerde bulunması.

Peki, böylesine akıllı olarakbilinen insanların bu kadar aptalca davranmasının sebebi nedir? Bunun cevabı ise karar mekanizmalarında yatıyor. İnsanlar karar verirken sırf akla başvurmuyor. Araya egolar, zaaflar, kibir, hırs, kıskançlık ve en önemlisi(başarısızlık) korku, karar verme süreçlerini doğrudan etkiliyor.

Tüm bu karar verme mekanizmalarından öncelikle korku diğerlerinden daha tehlikelidir. Söz gelimi zaafı olan insan verdiği kararın yanlış olduğunu bilir ama ne kadar akıllı olursa olsun, bedeninin veya ruhunun zayıflığına yenik düşebilir. Sigara tiryakileri, alkolikler, özellikle kumarbazlar yaptıklarının yanlış olduğunu bilirler ve kararlarının zekâlarının bir ürünü olmadığının gayet iyi farkındadırlar.

Ancak korku sahibi, verdiği kararın son derece yerinde ve hatta akıllıca olduğuna dair önce kendini kandırır daha sonra doğruluğuna yeminler bile edebilir. Bazısının korkusu o kadar derine kadar işlemiştir ki, sonunda akıllarının bile yerini alır. Tabi sonuca bakıldığında, korku egemen olunca ne kadar akıllı olursa olsun oldukça aptalca kararlar alırlar. Şaşırtıcı olan (Einstein daha önce fark etmiş, adam neticede boşuna Einstein değil) insanların zekâlarından daha çok korkularına güdülüyor olmaları ve bunun sonucunda sonsuz bir aptallık içinde olmalarıdır.

Gerçek akıl bilgi ile buluştuğu zaman ortaya ‘bilgelik’ veya yabancı kökenli olmasına karşın Türkçede de sıkça kullanılan ‘entelektüellik’ çıkar. Bilge veya aydın elindeki bilgileri ve aklını kullanarak yeni fikirler üretir ve öngörüler yaratır. Aydın kişiler topluma bu fikir ve öngörüleriyle doğru bilgi vermekle ve toplumu aydınlatmakla görevlidir.

Bir aydının duruşu, hesaplanmış cesareti ve fikirlerinin kendi içindeki tutarlılığı vardır. Toplumun veya egemen baskının fikirleri doğrultusunda ısmarlama fikir üreten veya topluma mesaj verenler aydın olarak nitelendirilemez. Çünkü aydının bir başka görevi de egemen baskılara boyun eğmemektir, karşı durmaktır. Sanılanın aksine akademik unvanının olması aydın olmak için yeterli bir ölçüt değildir elbet.

Birde üretkenlik alanında darlık yaşayanların bu korkularını bastırmak, herhangi bir hezeyana uğramamak için yaptıkları başarısızca yaptıkları taklitler vardır. Ama bu manüpilasyonları onları ne yazık ki aleyhlerine olmaktan başka bir sonuca ulaştırmaz.

Başaramama ürküsü kendilerini o kadar çevreler ki,asıl hedeflerinden uzaklaştıklarını göremezler,anlayamazlar..

Aslında şehamet gösterebilmek öyle her insanında karı olamaz..

Hıristiyan rahipleri eğitim aşamalarında Hz. İsa ile özdeşmek ve onunla bütünleşmek adına “stigma ”transı yaşarlar. Acıyı en çok hisseden en muktedir kişidir aynı zamanda…

Taklitçiler ve aptallığını kabul etmeyenler içinde de bir çeşit stigma dolaşmaktadır. Aslında kendilerine ait olmayan taklitlerin ağırlığı altında ruhları eziyettedir.

Her güzel projenin mutlaka bir “bani”si ve ardından koşarak gelen kötü taklitçileri vardır.

Bütün bu söylediklerimizin temelinde ise bilgi alanındaki yetersizlik,kabullenilmeyen başarısızlık ve tembellikten kaynaklanan boşluk yüzünden fikir hırsızlığına tenezzül edip beraberinde barındırdığı aptallık….

Aslında son yılların ekzantirik modası olan” post mortem “modasını başlatmak istesem..Kaç kişi taklide cesaret eder merak ediyorum doğrusu..

Franz Kafka’nın çok güzel bir sözüyle bağlayacak olursak ”İnsanın belli başlı iki günahı vardır ve öbürleri bunlardan çıkar:Sabırsızlık ve tembellik.Sabırsız oldukları için cennetten kovuldular,tembelliklerinden de geri dönemiyorlar..”

ANLAYANA…

GÜNÜN SÖZÜ

Bilge olmak öyle basit ki.. Sadece aptalca bir şey söylemeyi düşün, sonra da onu söyleme.

TEBESSÜM

Bir keşiş, dünyanın en akilli adamını bulmak için diyar diyar geziyormuş. Sıra, Nasreddin Hocanın köyüne gelmiş ve köylülere sormuş.
– Sizin köyün en akilli adamı kim? demiş. Köylülerde:
– Nasreddin Hoca demiş.
Bunun üzerine keşiş, köy meydanında hoca ile görüşmeye başlamış ve eline bir çomak alarak yere bir daire çizmiş. Nasreddin Hoca da çomakla daireyi ortadan ikiye bölmüş. Keşiş, bir doğru daha çizerek daireyi dörde bölmüş. Hoca da dörde bölünmüş dairenin üç dilimine çarpı işareti koymuş.Keşiş elleriyle aşağıdan yukarıya doğru hareket yapmış. Hocada yukarıdan aşağıya yapmış ve keşiş büyük bir hayranlıkla hocayı tebrik etmiş.
Olup bitenden bir şey anlamayan halk keşişe ne olduğunu sormuş keşiş de :
– Bu adam gerçekten dünyanın en akıllı adamı gerçektende. Yere dünya çizdim ,o ortadan ekvator geçer dedi.Ben dünyayı dörde böldüm. O da dört de üçü sudur dedi.Ben yerden buharlaşma sonucunda ne olur dedim. O da yağmur yağar, dedi.
Bu sefer hocaya neler olduğunu sorar halk hoca da:
– Bu adam oburun biri yere bir tepsi baklava çizdi. Ben de yarısı benim dedim. Daha sonra tepsiyi dörde böldü o zaman dört de üçü benim dedim. O da tepsi altından ateşi hafif hafif almalı dedi. Ben de üstüne fındık fıstık ekelersek daha iyi olur, dedim.

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?