Okul öncesi dönemde çocukların öğrenme süreçleri, masanın başında geçirilen zamanla değil, oyunla, doğayla ve aktif katılımla şekillenir. Ne yazık ki günümüzde bazı aileler, çocuklarını erken yaşta okumaya ve yazmaya yönlendirmekte, bu da çocukların gelişim basamaklarını doğal akışında yaşamasını engelleyebilmektedir. Oysa ki bu dönemin en temel ihtiyacı oyunla öğrenmektir. Okul öncesi eğitimde harf öğretimi yoktur; bunun yerine çocuğun çok yönlü gelişimini desteklemek vardır.
Çocuklar çevrelerini keşfederken, doğayla iç içe olduklarında, hem fiziksel hem zihinsel anlamda büyük gelişim gösterirler. Masa başında yapılan boyamalar ya da fotokopi kağıtları üzerindeki çalışmalar, bir yere kadar katkı sağlayabilir. Ancak çocuğun hayal gücünü, problem çözme yeteneğini, sosyal becerilerini geliştiren şey; aktif katılım, doğa ve serbest oyunlardır.
Bunu bir eğitimde bizzat gözlemleme şansım oldu. Almanya’da katıldığım bir okul öncesi eğitim programında, çocukların doğa ile baş başa kaldıkları anlarda yaşadıkları heyecanı ve coşkuyu izlemek beni çok etkiledi. Ayakkabıları çamura bulanmış, elleri toprağa değmiş, yaprakları incelerken gözlerinde beliren parıltı bana şunu bir kez daha hatırlattı: Doğa, çocuğun en iyi oyun alanıdır. Ve oyun, çocuğun en gerçek öğrenme yoludur. Bu deneyim bana sadece kitaplardan değil, sahadan da neyin gerçekten kıymetli olduğunu gösterdi.
Bugün ne yazık ki çocuklar problem çözme konusunda daha çok zorlanıyorlar. Bunun bir nedeni de oyunla öğrenme fırsatlarının azalmış olması. Problem çözme, sabır, strateji geliştirme ve empati gibi beceriler; yapılandırılmamış oyun ortamlarında doğal olarak gelişir. Eğer çocukları bu deneyimlerden mahrum bırakırsak, zihinsel süreçlerinde bir boşluk kalır. Yani çocuk yarım kalır.
Aileler olarak çocuklarımıza okuma yazma öğretme isteğimiz iyi niyetli olabilir. Ancak unutulmamalıdır ki, her şeyin bir zamanı vardır. Okul öncesi dönemdeki görevimiz, çocukları yarışa sokmak değil, onları hayata hazırlamaktır. Onlara kendi gelişim hızlarında, oyunla ve merakla öğrenebilecekleri güvenli alanlar sunmak en büyük sorumluluğumuzdur.
Sonuç olarak; çocuklar oyunla, doğayla, deneyimle ve etkileşimle öğrenir. Oyun bir eğlence değil, çocuğun çalışmasıdır. Doğa ise sınırsız bir öğrenme ortamı sunar. Gelin çocuklarımızın ellerini tekrar toprağa değdirelim. Onlara zamanı geldiğinde değil, zamanı geldiği gibi öğrenme fırsatını sunalım. Çünkü her çocuk, kendi ritminde büyür; bizlere düşen, bu ritmi bozmadan eşlik etmektir.